10 Aralık 2016 Cumartesi

Ders Kitaplarındaki İnsan Hakları Sorunlarını Saptamak İçin Ölçütler


Bu çalışma, Tarih Vakfı öncülüğünde başlatılan ders kitaplarındaki insan hakları sorunlarını saptamak için hazırlanmış olan "Niteliksel Çözümleme İçin Ölçütler"dir. Bu kriterler kullanılarak yüzlerce ders kitabı/kaynağı gönüllüler tarafından taranmış ve bu tarama kayıtları kullanılarak  ders alanları temelinde nihai raporlar yazılmıştır. 

DKİH projesinin birincisini, ikincisi takip etmiş ve son olarak DKİH 3 projesi ile öğrenci ve öğretmenler için "örnek-kaynak" niteliğinde iki kitap yazılmıştır.

Bu kriterler insan hakları ihlallerini çalışmak/saptamak isteyen herkes için rehber niteliğindedir. Kullanışlıdır, neredeyse hiç bir sorun atlanmamıştır, sadece ders kitaplarının analizi için değildir, her alanda kullanılabilir.

Buradaki niteliksel kriterlerin dışında "niceliksel" olarak ölçüm yapan kriterler de vardır. DK
...............


Niteliksel Çözümleme İçin Ölçütler

Kitapta sorunlu bulduğunuz bir pasaj,  çoğu kez birden çok ölçütü ihlal ediyor olabilir.  Bu durumda anket formunda "sorunlar" kutusuna tüm bu maddeleri işaretleyiniz.

Taramayı yaparken lütfen alttaki ana başlıkları göz önünde bulundurunuz.

DOĞRUDAN İNSAN HAKLARINA AYKIRI ÖĞELER; TEMEL İNSAN HAKLARI KAVRAMLARINDA YANLIŞLAR, KASTİ SAPTIRMALAR, GÖRMEZDEN GELMELER

1. Belli başlı uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan ilkelere aykırı düşünceler ve ifadeler:
Uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan insan hakları, bu çalışmanın amaçları bakımından aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

     i. Kişi dokunulmazlığı ve bağlantılı haklar:
Bunların başında yaşam hakkı gelir. Yaşam hakkı, uluslararası sözleşmelerde öldürülmeme hakkına ya da öldürme yasağına denk düşer. Yaşam kalitesini yükseltme, yaşama koşullarını iyileştirme vb. yaşam hakkı kapsamına girmez. Yargısız infazlar, kayıplar vb. ise yaşam hakkının açık ihlalleridir. Kişi dokunulmazlığı, vücut bütünlüğüne hak olarak da anılır: Kimsenin, kendi rızası olmaksızın vücut bütünlüğüne dokunulamamasını, bu bağlamda örneğin tıbbi deneylere konu edilememesini, organ bağışına zorlanamamasını vb. anlatır. Bununla yakından bağlantılı bir başka hak ise, işkence ve diğer insanlıkdışı, zalimce ya da aşağılayıcı ceza veya muamelelere maruz bırakılmama hakkıdır. Bu hak, hem fiziksel, hem de manevi acı veren her türlü ceza ve muameleyi içerebilecek şekilde geniş anlaşılır ve okullarda uygulanan disiplin ve ceza uygulamalarını da kapsar. Seyahat özgürlüğü de kişi dokunulmazlığı ile bağlantılandırılabilir. (İHEB md. 3, 5, 13…)

     ii. Düşünsel haklar:
Din ve vicdan özgürlüğü, kişinin din ya da inancını dışa vurma ve bunun gereklerini yerine getirme hakkını anlatır: Herkes kendi seçtiği bir din ya da inancı tek başına ya da başkalarıyla birlikte, özel ya da kamusal olarak, ibadet, uygulama, öğretim ya da tören yoluyla dışa vurma hakkına sahiptir, bunun gibi sahip olduğu din ya da inancı değiştirme ya da bir dine inanmama hakkına da sahiptir. Düşünce ve ifade özgürlüğü, herkesin, herhangi bir müdahale olmadan, görüş ve düşünceler edinme ve sahip olduğu görüş ve düşüncelerini açıklama hakkını anlatır. Basın özgürlüğü ya da iletişim özgürlükleri düşünce ve ifade özgürlüğünün bir uzantısı ve özel bir kullanım biçimidir. Eğitim hakkı, sosyal haklar arasında sayılmakla birlikte düşünsel haklar kapsamında da ele alınabilir. Kültürel haklar, yani herkesin kültürel yaşama katılma hakkı ile bunun bir uzantısını oluşturan bilim ve sanat hakkı da düşünsel haklar kapsamındadır. Toplanma ve örgütlenme özgürlükleri de düşünsel haklarla sıkıya bağlantılıdır: Herkes, görüşlerini açıklamak üzere önceden izin almaksızın toplanma hakkına sahip olduğu gibi, dernek, sendika, siyasal parti, vakıf ve benzeri örgütlerde örgütlenme ve faaliyet gösterme hakkına da sahiptir. Nihayet, özel yaşamın dokunulmazlığı, aile yaşamının gizliliği, konut dokunulmazlığı ve haberleşmenin dokunulmazlığı hakları da, bu grupta değerlendirilebilir. (İHEB md. 18, 19, 20, 12, 27; ayrıca, esasen sosyal haklar içinde sayılsa da, eğitim hakkını düzenleyen Md. 26  bu kapsamda da ele alınır).

     iii. Hakların güvence altına alınmasına ilişkin haklar:
Kişi özgürlüğü ve güvenliği yani hiç kimsenin keyfi olarak özgürlüğünden yoksun bırakılamaması (gözaltına alınmaması, tutuklanamaması, hapsedilememesi, psikiyatri kliniğine vb. kapatılamaması), adil yargılanma hakkı yani herkesin davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkemede adil ve kamuya açık olarak görülmesi ve bunun bir güvencesi olarak sanık hakları bu kapsamdadır. (İHEB md. 3, 7, 8, 9, 10, 11…)

     iv. Sosyal ve ekonomik haklar:
Bu hakların başında çalışma hakkı, adil ve elverişli çalışma koşullarına hak, sendikal haklar, sosyal güvenlik ve sosyal sigorta hakkı, ailenin, annenin, çocuk ve gençlerin korunması hakkı, elverişli yaşam standartlarına hak, sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve eğitim hakkı gelir. Mülkiyet hakkı da bu kapsamda değerlendirilebilir. (İHEB md. 22, 23, 24, 25, 26, 17).

     v. Siyasal haklar:
Bunların başında gizli oya dayalı, düzenli aralıklarla yapılan serbest seçimlerde seçme ve seçilme hakkı gelir. Bu haklar, herkese değil, esas olarak vatandaşlara tanınan haklardır. Vatandaşlık hakkı da siyasal haklar bağlamında değerlendirilebilir. (İHEB md. 21, 15).

     vi. Grup hakları:
Azınlık hakları (aslında bunlar esas olarak azınlık gruplara mensup kişilere ait bireysel haklar olmakla birlikte), yerli halkların hakları ve genel olarak halkların hakları (self-determination hakkı, gelişme hakkı gibi) bu kapsamdadır.

     vii) ve diğer hak ve özgürlüklerin, ihlalini teşvik eden ifadeler/öğeler.

2. Ayrımcılık:
i) “Irk”,
ii) renk,
iii) cinsiyet ve cinsel tercih,
iv) dil,
v) din,
vi) milliyet,
vii) köken,
viii) siyasal görüş,
ix) toplumsal sınıf
x) kişilerin fiziksel/zihinsel sağlık durumları,
xi) veya başka açılardan,
açık veya örtük olarak ayırımcılık, önyargı, genelleme içeren, veya bunu özendiren, buna yol açabilecek; başka insanlara ve gruplara karşı düşmanlık aşılayan/düşmanca duygulara yol açabilen ifadeler/ögeler. Alışılmış olandan farklı, (ve amaçları açısından insan hakları ilkelerine ters düşmeyen, veya başkalarının haklarını tehdit etmeyen) kişisel ve grupsal tercihlere karşı tahammülsüzlüğü, hoşgörüsüzlüğü içeren ya da teşvik eden ifadeler. Alışılmış olandan farklı grup ve düşüncelerin sırf farklılıklarından dolayı aşağılanması, bu grup ve düşüncelere karşı öğrencide düşmanlık uyandıracak ifadeler. Farklı inançlara, kültürlere, gelenek, örf ve adetlere dönük incitici ibareler.  
Farklı olanı gormezden gelmek, görünmez kılmak da, en az yukarıdaki ihlaller kadar, bir insan hakları ihlali olarak değerlendirilmelidir. Ders kitaplarında tek bir gayrimüslim yurttaş adına rastlanamaması, “Ali’nin topu hiç Agop’a atmaması”, Çerkes sözcüğünün geçtiği neredeyse tek yerin “Çerkes Ethem’in ihaneti”, Kürt sözcüğünün geçtiği tek konunun “zararlı cemiyetler” olması, din dersi kitaplarında alevilik ve diğer anadolu inançlarından söz edilmemesi, bir çok durumda “kadının adının olmaması”, tek bir ‘işçi ailesi’ örneğine rastlanamaması vb…, ayrımcılık örnekleri olarak düşünülmelidir…

3. Barış hakkının ihlali ve şiddet kullanımının doğallaştırılması, özendirilmesi.

     a. Şiddetin, her ne amaçla olursa olsun,  olumlanması, yüceltilmesi ya da sıradanlaştırılması ve çatışmaların çözülmesinde bir yöntem olarak sunulması. Başta kadına ve çocuğa yönelik olmak üzere, her türlü şiddetin olumlanması ya da doğallaştırılması.
“Dayak cennetten çıkmadır”, “kızını dövmeyen dizini döver”…

     b. Savaşın kaçınılmaz bir olgu olduğunun savunulması.

     c. Ölümün yüceltilmesi. Yurtseverliği, sadece “vatan için ölmek,” “şehitlik” gibi bir ölçüte indirgenerek yurtseverliğe sabit ve mutlak bir biçim dayatılması. 

     d. Yurttaş sorumluluğunun ve bilincinin barışçıl bağlamlarda değil, öncelikle çatışmacı ve (dış) tehdit içeren bağlamlarda ele alınması, barışçıl bir katılımcılık gibi edimlerin küçümsenmesi ya da yok sayılması. 

     e.  Sivil alanın askerileştirilmesi. “Türk milleti asker-millettir/ordu-millettir” veya “Her Türk asker doğar” gibi özcü önermelerle millet tanımının askerileştirilmesi. Orduya ve askerliğe dair değerlerin, pratiklerin, bakış açılarının “sivil” değerlerden, pratiklerden, bakış açılarından daha üstün olarak sunulması ve yüceltilmesi yoluyla sivil alanın askerileştirilmesi (örneğin, sivil öğrencilerden “asker gibi” davranmalarının beklenmesi, emir-komuta anlayışının sivil hayata da hakim olmasının beklenmesi, sivil hayatın askeri terimlerle anlatılması gibi).

4. Bireyin hakkını ancak Devlet otoritesinin tanıdığı alan, konu ve çerçeve içinde var kabul eden bir yaklaşımın öne çıkması. Hakların,  bağışlanan bir ödül, bir güç odağı tarafından lütfen verilen/sunulan bir şey olarak anlatılması.
Bireyler, tanınan ile yetinmeli (belki de, şükran duymalı) ve çizilen oyun alanı sınırlarına da riayet etmelidirler!”...

5. Hak ve özgürlüklerin değil, görev ve sorumlulukların öne çıkarılması; haklardan çok ödevlerin vurgulanması.Yurttaşlığın, hak ve özgürlükler bağlamında değil görev ve sorumluluklar bağlamında tanımlanması.

6. İnsan haklarının, etik ve ilkesel bir mesele olarak değil, (her nedense, veya yararcı gerekçelerle –“turizm”, “ele güne rezil olmak”, “AB üyeliği” vb. gibi ) uyulması gereken zorunluluklar olarak vaz edilmesi.

7. İnsanın yurttaş olarak temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını sıradanlaştıran, gerekçelendiren açık veya örtülü ifadeler.
UYARI: Tek tek haklarla ilgili her durumda, aşağıdaki iki ilkenin ihlal edilip edilmediğine de dikkat edilmelidir:
     A. Hak ve özgürlüklerin sahibinin/öznesinin yeterince açık belirtilmemesi.
“Hukuksal açıdan bakıldığında, “insan hakları” terim öbeğindeki “insan” sözcüğü, hemen akla gelen “gerçek kişi” kadar, “tüzel kişi”yi de kapsar; somut bir “birey”e gönderme yaptığı gibi, insanların çeşitli amaçlarla bir araya gelmeleri suretiyle örgütledikleri “kuruluşları”, “birimleri” de (dernekler, sendikalar gibi) kapsar. Keza, “insan” terimi, sadece tekil bireyi de ifade etmez. İnsan hakları terimi, “bireye/kişiye”, “gruplara” ve nihayet “halklara” da gönderme yapar; sıralanan bu üç temel varlık, insan haklarının sahipleridir.”
“Bu haklar bireylerin, grupların, kuruluşların özgürlüklerini otorite karşısında, genellikle de devlet karşısında, güvenceye alırlar. Bazen kasıtlı olarak bu görmezlikten gelinmekte, ve “devletin hakları“ gibi şeylerden bahsedilebilmektedir“.

     B. İnsan Haklarının “bazı durumlarda kısıtlanabilir haklar” olarak sunulması..
“Hakların tümünün sınırlamaya tabi olduğu inancı doğru değildir. Hiçbir koşulda, zamanda ve yerde sınırlandırmaya konu kılınamayacak türde haklar da bulunmaktadır. Hatta o kadar ki, sadece olağan/normal rejimde sınırlandırılmazlık değil, bütünüyle istisnai özellik arz eden olağanüstü rejimde de (bunun en uç örneği, savaş halidir) hiçbir biçimde kayıtlanamayacak, aykırı önleme konu olamayacak haklar bulunmaktadır. Somutlaştırmak gerekirse, işkenceye tabi tutulmama; kölelik-kulluk yasağı gibi bir dizi hak/özgürlük işte bu anılan sınırlandırılamaz ve aykırı önleme konu olamaz haklara örnek teşkil eder“.


EVRENSEL/YEREL; BİZ/ÖTEKİLER; BARIŞCIL DEĞERLER

“Özellikle sosyal bilim kitaplarında, metinlerin içerdikleri kadar dışarıda bıraktıklarında da kendini gösteren ve en belirgin özelliği yoğun bir "milliyetçilik" olan bir eğitim anlayışı ile karşılaşıyoruz:  Milliyetçilik, bireyin yaşadığı ülkeyi, o ülkede kendisiyle birlikte yaşayan insanları sevmesi biçiminde algılandığı ölçüde doğal, anlaşılabilir ve saygı duyulması gereken bir şey olarak görülebilir. Ama ders kitaplarına yansıyan milliyetçilik, bundan farklı bir şey çünkü, 
     birincisi, işlenen konuların kapsamı neredeyse tamamen milli coğrafya, milli tarih, milli kültürle sınırlanarak farklı coğrafya, tarih ve kültürlerle ilgili bir merak duygusunun uyanması engelleniyor. Ayrıca milli tarih, coğrafya ve kültürle ilgili kesin, tamamen özcü nitelikli önermeler, bunlarla ilgili farklı yorumlara ve eleştirel gözlemlere yer vermeyecek bir zihinsel sınırlama getiriyor. Dolayısıyla çağdaş eğitim anlayışının temelini oluşturması gereken merak ve eleştirel düşünce yeteneğinin gelişmesi engellenmiş oluyor. 
     İkincisi, ders kitaplarına yansıyan milliyetçilik, yurtseverliğin biçimi ve ölçüsüyle ilgili dayatmalar içeriyor. Üstelik, bu dayatmalar normatif değil pozitif önermeler biçiminde sunuluyor. Dolayısıyla, vatanını sevmenin farklı biçimleri ve vatan sevgisinden farklı bireysel önceliklerin olabileceği fikri dışlanmış oluyor. 
     Üçüncüsü, ders kitaplarındaki milliyetçilik vurgusu, topluluğu ve topluluk aidiyetini sürekli insanın insan olma niteliğinin önüne çıkarıyor. Özgürlük, sözü edildiği ölçüde, bireyin değil sadece ülkenin özgürlüğü, sorumluluk, sözü edildiği ölçüde,  bireyin vicdani sorumlulukları değil ülkesine karşı sorumluluğu şeklinde ortaya çıkıyor. Dolayısıyla eğitimin amacı, vicdani sorumluluklarını eleştirel bir düşünce süzgecinden geçirerek tanımlayan ve onlara göre tavır alan bireyler yetiştirmekten çok farklı bir biçimde, kendisine dayatılan topluluk normlarına uygun davranan, soru sormadan öğrendiklerini soru sormadan uygulayan tek tip topluluk mensupları yetiştirmeye indirgenmiş oluyor“.

8. Yurttaşlığın, yurtseverlik/milliyetçilik ve milli değerlerin, evrensel/genel bağlamda değil, etnik olarak Türklük ve dinsel olarak İslamiyet bağlamında tanımlanıp açıklanması.  

9. Ulusal kimliğin dışlama, tehdit ve düşmanlık üzerinden tanımlanması. Yabancı düşmanlığı. “Biz ve onlar” ayrımının, yabancı düşmanlığının körüklenmesi, Türkiye’nin etrafı düşmanlarla çevrili ve sürekli tehdit altında bir ülke olarak tanıtılması. 

10. Bazı değerlerin sadece “bize ait” addedilmesi. Olumlu sıfatların “bir tek bize ait” olduğu izlenimi yaratan ve bu yolla başkalarının hor görülmesine yol açabilecek öğeler. “Milli”nin dışındakine, “öteki”ne karşı herhangi bir ilginin ve empatinin  özendirilmemesi; izolasyoncu bir dünya görüşünün yurtseverlik olarak sunulması.

11. Çeşitliliğin-farklılığın bir zenginlik olarak değil bir problem olarak sunulması. Türkiye’nin ve dünyanın kültürel çeşitliliğinin bir sorun olarak ele alınması, farklı olanın, azınlıkta olanın dışlanması, yok sayılması ya da bir tehdit olarak algılanması. 

12. İnsanlığın ortak kültür mirasına saygı ilkesinin ihlali.  “Üstün kültürlerin”, “üstün dinlerin” mevcut olduğu varsayımı.

“Üstün kültür” varsayımı ve değişmez, özsel niteliklermiş gibi sunulan karşıtlıklar :  “cahil-bilgili”, “kültürlü-kültürsüz”, “medeni-barbar”.


DEMOKRASİ BİLİNCİ, LAİKLİK

13. Fikir ayrılıklarının, olumsuz-istenmeyen bir şey olarak; “birlik beraberliğin” ise her zaman için en istendik şey olarak sunulması. Topluluğu sürekli insanın/bireyin önüne koyan, bunu öğrenciye benimsetmeyi amaçlayan yaklaşımlar.

14. Dinsel ve geleneksel otorite’nin,  inanç ve geleneğin;  eleştirel aklın, yurttaşların özgür iradesinin önüne çıkarılması.

15. Devlet  otoritesinin yüceltmesi/mutlaklaştırılması; devlete metafizik bir anlam yüklenmesi

16. Katılım, sivil toplum, demokrasi, yurttaşların özgür iradesi, hukuk devleti gibi kavramların yanlış/eksik/yetersiz tanımlanması; (sözgelimi Sivil Toplum Kuruluşları’nın, yardım kuruluşlarına, dini cemaatlere vs indirgenmesi).

17. Toplumsal kurum, kavram ve değerlerin (Devlet, millet, demokrasi, insan hakları, özgürlük, haklar, hukuk, ahlak, adalet...) mutlak, değişmez, ebedi, kutsal, tartışılamaz olarak sunulması

18. Hak ve özgürlüklerle güvenlik ve istikrarın, birbirlerinin karşıtı imiş gibi sunulması
Tehdit, çatışma, güvenlik kaygıları mı, barış ve uzlaşmacı değerler mi öne çıkıyor? “Bilerek veya bilmeyerek kandırılabilen vatandaş” algılaması mevcut mu? Sürekli tehlike mantığı üzerine oturan, bireylere ve topluma sunulacak özgürlüklerin ülkeyi böleceği ve devleti zayıflatacağı fikrinden yola çıkan, bireyin ve toplumun uğradığı tahribata rağmen devlet ve devletçilik mantığını yücelten, kısa dönemli fayda ve çıkar için tüm ilkeleri ayaklar altına alan, siyaseti intikam, kan ve onur unsurlarına kilitleyen, özü otoriter bir anlayış sözkonusu mu?

19. Kültürün dine, ahlakın dindarlığa indirgenmesi. İnsanların kültürel yönünü sadece/hep dinin kurduğu izleniminin yaratılması.

 20. İnanç akidelerinin pozitif önermeler gibi aktarılması.



CİNSİYET AYRIMCILIĞI; KADINA BİÇİLEN TOPLUMSAL ROL:

21. Eşitsiz, cinsiyetçi bir sosyal rol dağılımının sorgulanmadan kabul edilmesi.
Kadınların ev dışında da toplumsal roller almış olarak gösterilmesine, yalnızca geleneksel rollerde gösterilmekle yetinilmemesine dikkat edilmiş mi? Kadın, karar mekanizmalarında bulunmayı içeren ve yönetici rollerde de gösterilmiş mi? Otorite konumlarında sunuluyor mu? Salt koruyucu-besleyici rollerde mi sunuluyor?
(Örneğin toplumsal hayatta bazı alanlar “erkek alanları“ bazı alanlar “kadın alanları“ olarak kurgulanıyor mu? “Bir okulun 400 öğrencisinden %4’ü kız öğrencilerdir“ gibi örneklerle bazı alanların – bu örnekte eğitim - “erkek egemen“ alanlar oldukları normalleştiriliyor mu? Ekonomi, siyaset, mühendislik, doktorluk, yöneticilik, garsonluk, spor gibi alanlarda kadınlar da temsil ediliyorlar mı?  Hemşirelik, hosteslik gibi mesleklerde erkekler görülüyor mu? vb.)

22. Ataerkil aile kavrayışı, erkek-egemen aile tasviri.
Gerek içerikte gerekse verilen örneklerde kadın ve erkek karakterlerin birbirlerine eşit muamele eden ve saygı gösteren bir şekilde temsil edilmiş/resimlendirilmiş mi? Annelik ve babalık rolleri toplumsal cinsiyet açısından dengeli olarak belirlenmiş mi?
(Örneğin erkekler ev işleri yaparken, çocukları okula bırakırken,bebeklerin altını değiştirirken, ev için alışveriş yaparken  de tasvir ediliyorlar mı? Aileye dair kararlarda erkeklerin ve kadınların eşit söz hakkı olduğu vurgulanıyor mu? Örneğin çocuklar hep babalarından mı izin alıyorlar? Kadınların da kocalarından “izin almaları“ gibi örnekler veriliyor mu?  vb).

 23. Cinsiyetçi dil kullanımı (“adam gibi”, “bilimadamı“, “insanoğlu“,“erkek sözü“ vb). Kıyafetlerde, oyunlarda, örneklerde cinsiyetçi yaklaşım (örneğin evciliğin vb. kızlara, askercilik, doktorculuk ve benzerlerinin, sporun erkeklere yakıştırılması;  top oynayan, bisiklete binen çocukların hep erkek olması; erkeklerin aktif, kadınların/kız çocuklarının pasif rollerde sunulması  vb).

 24. Cinsiyet ayrımcılığının doğrudan aşağılayıcı ya da sözde bilimsel ifadeleri.
     a. Kadınların aklı buna ermez”, “kadınlar duygusaldır, erkekler akıllarını kullanırlar” gibi ayrımcı ifadeler.
     b. Cinsiyet ayrımcılığının biyolojik/fizyolojik gerekçelere bağlanarak haklılaştırılması, örneğin, “erkekler doğaları gereği güçlüdür, kadınlar ise zayıftır” ya da “kadınların annelik işlevleri onları toplumda da hemşirelik, hasta bakıcılık gibi rollere daha uygun kılar,”  gibi ifadeler.



EĞİTİM FELSEFESİ / ELESTİREL BİR BAKIŞIN GELİŞTİRİLMESİ

DİKKAT: Bu bölümdeki ölçütlere ilişkin ihlaller, neredeyse kural olarak, başka maddelerde ele alınmış bir ya da birden çok başka sorunla birlikte bulunmaktadırlar.  Bu bölümdeki maddeleri işaretlediğiniz durumlarda,  bu sorunu açan, somutlayan bir biçimde diğer ölçütlere göre de pasajı inceleyip, bu maddeleri de anket formuna işlemenizi rica ediyoruz.  Aksi takdirde taramalar arası tutarlılık ve güvenilirlik sağlanamamaktadır.

25. Özcü önermeler:
     ÖZCÜLÜK (Essentialism): adeta doğuştan gelen, "doğamız itibarıyla sahip olduğumuz addedilen", ezel ebed değişmeyen, dış etkenlerden etkilenmeyen özelliklerin olduğu inancı... Bu yaklaşım, insan hakları ve demokrasi bilinci açısından önemli sakıncalar taşır; klişe ve önyargıları besler ve onlardan beslenir, özgür yurttaşların katılım ve etkileşimi sayesinde gerçekleşebilecek değişimi yoksayar veya "yozlaşma, benliğini yitirme, özünden uzaklaşma" olarak addeder..  
Örneğin  herhangi milletin kahraman ya da korkak,  kadınların anne.. vb. olduklarına dair önermeler, metaforlar (mecazlar), benzetmeler, ya da metonimler.

26. Normatif Önermelerin Bilgi Önermesi (Pozitif Önermeler) olarak sunulması; olgular/bilgiler ile yorumlar/görüşlerin/dileklerin birbirine karışması; “yorumun/kanaatın/isteğin“ “olgu/bilgi“ olarak sunulması; pür betimsel, güya-nesnel (pseudo-objektif) bir anlatım tarzı. Bilgilendirme/çözümlemeden çok, yermenin/övmenin ön planda olması.
     NORMATİF ifadeler: davranışların, özelliklerin nasıl olmaları gerektiğine ilişkin (ahlaki, dinsel, duygusal, ideolojik, politik vs..) görüşler, istekler, temenniler, nasihatlar, kanaatler...
     BİLGİ önermeleri, POZİTİF önermeler: nesnel, bizim dışımızda objektif bir gerçekliğe sahip olan/olduğunu düşündüğümüz, gözlemle/deneyle doğrulanabilir/yanlışlanabilir önermeler...
Çoğu kez, bu normatif önermeler aynı zamanda özcü önermeler olarak ortaya çıkmaktadırlar ve belli bir davranış, düşünüş biçimini aşılamayı amaçlarlar.  Eğitim sürecinde öğrencilere belli davranış biçimlerinin benimsetilmeye çalışılması aslında eğitimin temel işlevlerinden birisidir ve bu çok doğaldır.  Sorun bu işlevin, niyetlerimiz, özlemlerimiz ve objektif gerçekliklerin birbirine karıştırmadan yerine getirilebilmesi ve bu davranışların öğrenciye doğru düşünme ve yargılama alışkanlıkları ile birlikte kazandırılmasıdır. Sağlık-hastalık-mikrop gibi tıbbi metaforlar kullanılarak iletilen -karmaşık toplumsal konulara ilişkin -mesajlar da, normatif önermelerin bulgusal gerçeklermiş gibi sunulmasının bir aracı olabilmektedirler.

27. Yazılanları doğrulamak için, bilimsel akıl yürütme ve kanıtlama yöntemlerine başvurmak yerine, herhangi bir Otorite’nin sorgulanamaz yetkesine gönderme yapılması. Herhangi bir Otorite’nin kutsallaştırıldığı izlenimi veren ibareler. Sunulan bilgiyi, yorumu ve yargıyı mutlaklaştıran, bunun dışında hiçbir bilgi, yorum ve yargının olamayacağı kabulüne dayanan ifadeler.
“Doğrular, etik önermeler ve benzerleri, bir Muhakeme sonucu çıkarsanan şeyler olarak değil, şu veya bu Büyük Otorite (Bilim, Milli Çıkar, Atatürkçülük, Çağdaşlık, Tarih vs..) öyle gerektirdiği için benimsenmesi gereken şeyler olarak, dolayısıyla bir dogma olarak mı sunuluyor? ”Önermeler temellendirilir, gerekçelendirilirken, dışsal bir otoriteye (“bilim”, “çağdaş dünya”, “yöneticilerimiz”, “Atatürk”, “devlet”, “millet”, “dinimiz”.. ) gönderme yapılıyor mu? Akıl yürütme/kanıtlama/olgusal verilerle gerekçelendirme mi, bir yüceliğin sorgulanamaz otoritesine başvuru mu ön planda? pozitif bilimler bu doğrultuda istismar edilmiş mi?“  Eleştirel akıl, sözgelimi geniş zamanlı cümlelerin çok yoğun kullanımı yoluyla, devreden çıkartılmaya çalışılıyor mu?

28. Dersle-konuyla ilişkisiz aidiyet/itaat/biat simgeleri; süslemeler.

29. Abes ifadeler, totolojiler, kendi içinde çelişen anlatımlar, yanlış tanım, bilgi ve ifadeler, yanlış örneklemeler, tutarsız, ilgisiz bağlantılar... Alakasız görsel malzeme, ezberci soru ve testler.. olgusal hatalar, güncel olmayan bilgiler;  yersiz konu seçimleri... Kurulmayan nedensellik ilişkileri…

30. Entelektüel mülkiyet haklarına saygı gösterilmemesi (kaynakça, görsel malzemeyi üretenler vs..)


SOSYAL BİLİMLER İÇİN EK ÖLÇÜTLER:

31. Birlikte barış içinde, farklı ama eşit biçimde yanyana varolma kültürünün yerine “hoşgörü” teriminin içerdiği “örtülü hiyerarşi”nin sürdürülmesi.

32. “Dinsel-milli-yerel” aidiyetlerin, “evrensellik, insanlık ailesine mensubiyet” ve benzeri değerlerin aleyhine öne çıkarılması..

33. İnsan haklarının sürekli geliştiği ve genişlediğinin gözardı edilmesi ve tarihsel bağlamından kopartılması.

........


28 Temmuz 2016 Perşembe

Olağanüstü Yönetimde Asgari Standartlar


OLAĞANÜSTÜ YÖNETİMLER

Asgari Standartlar, 1982 Anayasası ve AİHS/OHAL 2016

I. Asgari standartlar

İnsan Hakları Uluslararası ve Avrupa Hukuku ilkelerine göre, olağanüstü dönem rejimi, usule ilişkin iki ve maddi sınıra ilişkin beş koşula yanıt vermelidir.
1. Duyuru ve bildirim, usule ilişkin ilkelerdir. Resmi makamlar, olağanüstü yönetime geçişten, uygulanacak ülkesel alan, alınacak önlemlerin içeriği ve zamanı ile bunların temel haklar üzerindeki etkilerinden halkı haberdar etmek zorundadırlar. Duyuru, ülke ölçeğinde saydamlık gereği olduğu halde, bildirim, uluslararası toplum ve diğer taraf devletlere yapılır. Burada amaç, Devletin belli yükümlülüklerini geçici bir süreyle yerine getirme olanaksızlığından -onları- haberdar etmektir.
Strasbourg organları, bildirim yokluğunda Devletin, Avrupa Sözleşmesi md. 15’ten yararlanamayacağına karar vermiş bulunuyor.
2. Maddi sınırlar: Olağanüstü yönetimlerin maddi sınırlarına gelince; bunlar, geçicilik, ölçülülük, uluslararası hukukun diğer ilkeleri ile bağdaşırlık, ayrım yapmama ilkesi ve, belli haklara dokunamama ilkesidir.
Bunların hukuk rejimi olması, mekân ve zaman bakımından kısmi ve geçici olması, ölçülü olması ve denetime bağlı kılınması ile doğru orantılıdır.
3. Kısmi ve geçici olması, olağanüstü rejimlerin, bunalım bölgeleri ve dönemleriyle sınırlı kalması, yani istisnai olması demektir. Aksi halde, kriz iktidarlarının kurumsallaşması, olağanüstü yönetimleri “olağanlaştırma” tehlikesini beraberinde getirir ve özgürlükler fikrinin aşınmasına götürür. Yurttaşların kriz iktidarları karşısındaki uyanıklığı azalır.
4. Orantılı olması, alınan önlemlerin durumun gerekleriyle sınırlı kalmasıdır. Özgürlük sınırlamaları, bunalımın aşılması ölçüsünde olmalı; hedefi ve amacı aşan kayıtlama ve yasaklamalara başvurulmamalıdır.  “Sınırlandırılması veya durdurulması için başvurulan aracın, amacı gerçekleştirmeye elverişli, gerekli olması ve araçla amacın ölçülü bir oran içinde bulunması” anlatılmak istenmektedir.
Kriz durumunu aşmak amacıyla yürütme organına tanınan olağanüstü yetkilerin kullanılması, hem siyasal hem de yargısal denetime tabidir. Yürütme ve İdarenin işlem ve eylemlerine karşı olağan dönemlere oranla sınırlı olmakla birlikte, yargı yolunun açık tutulması esastır.   Öte yandan, yürütme organı üzerinde siyasal denetim yetkisini kullanan Yasama erkinin işlemleri de Anayasa Mahkemesi’nce denetlenir.
Çağdaş demokratik bir anayasanın doğasından kaynaklanan olağanüstü durumlarda geçerli olması gereken genel ilkeler şöyle sıralanabilir: etkililik (alınacak önlemler), anayasallık (anayasal düzenin işletilmesi), hukuk devleti (temel gereklerinin korunması), bireysel özgürlük (temel haklar bütünü) ve demokrasi (halkın seçtiği organlarla birlikte karar alma ve denetim).
Sonuç olarak, hukuk düzenine bunalımın zorunlu kıldığı yetkilerin eklemlenmesi kaçınılmaz ise de, bu yetkilerin her zaman hukuk devletiçerçevesinde kalması da en az o derecede vazgeçilmezdir.
1982 Anayasasının öngördüğü sınırlama kuralları, bu genel ilkelerle ne ölçüde örtüşmektedir?

II. 1982  Anayasasında olağanüstü yönetim usulleri

Anayasa, iki ayrı olağanüstü rejim öngörmektedir. Birincisi “olağanüstü haller” (Mad. 119-120), diğeri ise, “Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali”dir (Mad. 122). Olağanüstü yönetimler, nedenler, yetki, düzenleme ve denetim olmak üzere dört öğe ile açıklanabilir.
1. Nedenler: Olağanüstü haller, genel olarak “iktisadi ve asayişle ilgili” nedenlere bağlı olarak iki ayrı maddede düzenleniyor. Birincisi, “tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım halleri” (Mad. 119); ikincisi ise, “Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması halleri”nde (Mad. 120) ilan edilen olağanüstü haldir. İlki “ekonomik olağanüstü hal”, öteki ise, “asayiş olağanüstü hali” şeklinde adlandırılabilir.
Olağanüstü hallerden daha katı bir yönetim biçimi olan “sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali”, şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, ayaklanma olması veya vatan ve Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma (...), şiddet hareketlerinin yaygınlaşması durumlarında (Mad. 122) ilan edilebilir.
2. Yetki: Olağanüstü yönetim usullerinin ortak özelliği, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde ilanının Bakanlar Kurulu’na verilmiş bir yetki olmasıdır. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu bu yetkiyi, “ekonomik olağanüstü hal”de kendi değerlendirmesiyle doğrudan, diğerlerinde ise Milli Güvenlik Kurulu’nun görüşünü aldıktan sonra kullanabilir.  İlan süresi altı ayı geçemez.
3. Düzenleme: “Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı...” Olağanüstü Hal Kanunu’nda düzenlenir (Mad. 121). “Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde... hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı... kanunla düzenlenir” (Mad. 122). Ayrıca olağanüstü yönetimler süresince Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, “olağanüstü halin ve sıkıyönetim hali”nin “gerekli kıldığı” konularda “Kanun hükmünde kararnameler” çıkarabilir (Mad. 121-122). Düzenleme, kaynağını Anayasa madde 91’de öngörülen “yetki kanunu”ndan değil, doğrudan doğruya bu maddelerden alır.
4. Denetimİlan kararı, olağanüstü hallerde “hemen”, sıkıyönetimde ise “aynı gün” TBMM’nin “onayı”na sunulur. TBMM, her iki durum için sırasıyla, tatilde ise “derhal”, toplantı halinde değilse “hemen” toplantıya çağrılır. Meclis, olağanüstü hal süresini değiştirebilir, Bakanlar Kurulu’nun istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya kaldırabilir. TBMM, gerekli gördüğü takdirde  süreyi kısaltabilir, uzatabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir.

III. Hukuk devletini zedeleyici

Özellikle düzenleme ve denetime ilişkin hükümler, hukuk devleti ve olağanüstü yönetimlerin uluslararası standartları bakımından sorunlar yaratmaktadır.
İlk sorun olarak, “düzenleme farklılaşması ve karmaşası” dikkat çekmektedir. 1981’de uygulamaya konan “Olağanüstü Hal Kanunu” ve “Sıkıyönetim Kanunu”nun yürürlükte bulunmasına karşın, aynı alanlarda Kanun Hükmünde Kararname çıkarılması öngörülmektedir. Yasal ve yasa gücünde kararname ile düzenlemenin konuları çakışır mı? Özgürlüklerin sınırlanması açısından bir ayrım yapılabilir mi? Olağanüstü Hal Kanunu (Mad. 121/f.2), “Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı...”nı düzenler.
Yine Sıkıyönetimde “...hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı...” kanunla düzenlenir (Mad. 122/5). Buna karşılık, 119. ve 120. maddelerde öngörülen KHK’nın düzenleme alanı “olağanüstü halin ve sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konular”la belirlenmektedir. Acaba bu kayıtlar, “hak ve özgürlükleri” de kapsamına alır mı? Öğretide savunulan çoğunluk görüşüne karşın  aktarılan maddelerdeki belirlemeler ve “yasa” ölçütünü temel alan 13. ile 15. maddeleri göz önüne alınarak, “kanun hükmünde kararnameler, hak ve özgürlükleri sınırlayamaz ve durduramaz” .
İkinci sorun, “yasama denetimi”ne ilişkindir. Anayasal açıdan kanun hükmünde kararnameler (KHK), Resmi Gazete’de yayımlanır ve aynı gün TBMM’nin “onayına sunulur”; bunların Meclis’çe onaylanmasına ilişkin süre ve usul, içtüzükle belirlenir (md. 121/son ve 122/3). Bu hükme karşın, yeni “içtüzük” hazırlanmamış ve yürürlüğe konmamıştır. Dolayısıyla söz konusu kararnamelerin Meclis’çe onaylanmasına ilişkin usul ve süre belli olmadığından, 1987’den itibaren yürürlüğe konan olağanüstü KHK’ler Meclis’çe onanmadığından, OHAL KHK’ler üzerinde “Yasama denetimi” sözde kalmıştır .
Üçüncü sorun, “Yargı denetimi”ne ilişkindir. Şöyle ki, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan KHK’ lerin şekil ve esas bakımından, Anayasa’ya aykırılık savıyla Anayasa Mahkemesi’ne dava açılamaz (Mad. 148/f.1). Yargısal denetim yasağı, olağanüstü yönetimlerin “hukuk rejimi” olma özelliğiyle ve Anayasa’nın öngördüğü hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.  “Bağdaşmazlık”, hukuk devletinin hem içeriği, hem de yapılanması yönünden ortaya çıkmaktadır.

IV. Hak ve özgürlüklerde “sapmalar”:  Durumun gerektirdiği ölçü

Devlete, belli özgürlükleri belirli koşullar altında askıya alma ya da o özgürlüklerden sapma yapma olanağını veren olağanüstü durumlar kavramı çeşitli uluslararası sözleşmelerde yer almaktadır. İHAS’ın 15. maddesi , 1982 Anayasası md. 15 tarafından hemen hemen aynen alındı.
Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşen Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve devletler hukukundan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı önlemler alabilir.” (İHAS, md. 15/2).
Bu madde başlıca üç ölçüt içermektedir:
1. Durum ve koşullar: Güvence altına alınan hakları sınırlamaya olanak tanıyan durum ve koşullar nelerdir? 15. maddenin “birinci fıkrası”, sadece “savaş durumu” veya “ulusun varlığını tehdit eden” başka bir tehlike durumunu öngörür. Bu gerekler, en çok ya da üst sınır niteliğinde olduğundan,  Sözleşme’ye saygıyı gözetmekle yükümlü organlar tarafından yapılan denetimde titiz bir biçimde incelenmektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, konuya ilişkin ilk kararında,  İrlanda’nın, 15. maddenin belirlediği duruma uygun bir olayla karşı karşıya bulunduğuna karar vermiştir: “Halkın bütününü etkileyen ve devletin bileşimi olan topluluğun örgütlü yaşamı için tehlike oluşturan istisnai ve pek yakın bir kriz ya da tehlike durumu.” Bu kararda “sapma”  hükümlerine başvurmaksızın olağan hukuk düzeniyle aynı sonucun alınıp alınamayacağını araştıran İHAM, bu dönemde şiddet kullanan yasadışı bir ordunun (IRA) ve terörist faaliyetlerin alarm verici bir biçimde ağırlaşmasının varlığını, bu olayların hukuk düzeninin olağan kurallarıyla giderilmeyeceğini teyit ediyor.
2. “Durumun gerektirdiği” sapmalar: Sözleşmenin öngördüğü yükümlülüklere getirilen istisnalar, ancak “durumun gerekli kıldığı ölçüde” yasal ve meşru olabilirler. Avrupa Komisyonu ve Mahkemesi, ölçülülük ilkesi üzerinde çok sıkı bir denetim yapmışlardır. Buna göre, Sözleşme’de tanınmış olan haklara getirilen sınırlamalar, eğer kamusal tehlike hakkın ihlali ya da askıya alınmasını gerektirmeyen daha az sertlikteki araçlarla giderilebiliyorsa, haklı görülemez. Lawless davasında, sapma hükümlerine gitmeksizin olağan hukuk düzeniyle aynı sonucun alınıp alınamayacağını araştıran Avrupa Mahkemesi, mevcut olağanüstü durumla, ne olağan mevzuat ne de özgül yargı mercilerinin oluşturulmasıyla başa çıkılabileceğini, bunların iç barışı ve kamu düzenini yeniden kurmaya yeterli olamayacağını belirtmiştir.  Böylece Mahkeme, Sözleşme’nin 18. madde gereğini de güvence altına alıyor: “Bu Sözleşmenin hükümleri gereğince, sözü edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir.”
3. Uluslararası yükümlülük: Alınan önlemlerin, “uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklerle çelişmemesi” gereği, 15. maddenin ancak bir “minimum standart”  oluşturduğunu ifade eder.  Üye devleti bağlayan Avrupa Sözleşmesi dışındaki insan haklarına ilişkin uluslararası belgeler, daha az kısıtlamayı gerekli kılıyorsa, kısıtlama -daha fazla değil- o ölçüde yapılmalıdır. Bu durumda hem Avrupa Sözleşmesi’ne hem de BM Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne taraf olan devlet, Sözleşme’nin “sapma”ya olanak tanımadığı hakları dokunulmaz olarak değerlendirmek zorundadır.  Şu halde insan hakları bakımından daha koruyucu hükümler içeren belgeler karşısında İHAS md.15, “asgari standart” olarak yorumlanabilir.

V. Durdurma ve istisnaları

1982 Anayasası’na göre; “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde...” hak ve özgürlüklerde sapma yapılabilir (Mad. 15). Ancak, Anayasa’nın olağanüstü ortam ve koşullara ilişkin hükümleri, bunların uygulamaya geçirilmesinde hak ve özgürlükler ortak hukuk rejiminden uzaklaşma sorunu yaratmaktadır. “Güvencelere aykırı tedbirler” alınabilmesi bakımından ortak ölçüt söz konusu olmakla birlikte Anayasa, Sözleşme’den farklı olarak, hak ve özgürlüklerin kullanılmasının “kısmen veya tamamen durdurabilmesi”ne de olanak tanımaktadır.
Yalnızca “savaş, seferberlik, sıkıyönetim ve olağanüstü haller”de mümkün olan durdurma ve güvencelere aykırı tedbirlerin (dérogation) üç önemli sınırı bulunmaktadır. Bunlar, “sınırlamanın sınırları” olarak nitelenebilir:
– Durdurma ve aykırı önlemler, öncelikle, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemelidir (Bunlar Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası belgeler ve sözleşmelerle, uluslararası hukukun genel ilkeleridir).
– Durdurma ve sapma(lar), ikinci olarak, “durumun gerektirdiği ölçü”yü aşmamalıdır. İHAS madde 15’ten aynen alınan “ölçülülük” ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve oranlılık ilkelerini içermektedir.  Gereklilik, ulaşılmak istenen amaç için özgürlük sınırlamasının gerekli olması anlamını taşır. Elverişlilik; aracın amaca uygun olmasını zorunlu kılar. Orantılılık ise, aracın amaca göre bir denge içinde bulunmasıdır.
– Nihayet, durdurma ya da aykırı önlemler, 2. fıkrada sayılan yasaklarla sınırlı olmak zorundadır. Bunlar dokunulmaz alanlar olup, insan haklarının sert çekirdeğinin güvenceleri mutlak bir korumadan yararlanırlar: her zaman, her yerde ve herkes için geçerlidir.

VI.  Dokunulmaz alanlar: Mutlak koruma

Anayasa ve  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) düzenlemesi, büyük ölçüde örtüşmektedir.
1982 Anayasası’na göre;
i. Kişinin yaşama hakkı, maddi ve manevi varlığının bütünlüğü;
ii.  Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz;
iii. Suç ve cezalar geçmişe yürütülemez;
iv. Suçluluğu mahkeme kararıyla saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz (md.15/2).
AİHS’nin 15. maddesinin ikinci fıkrası da “dokunulmaz alanlar”a ilişkindir: Buna göre, “yukarıdaki hüküm meşru savaş fiileri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2. madde ile 3. ve 4. maddeler (fıkra) ve 7. maddeyi hiçbir surette ihlale mezun kılmaz.”
Bunlar, “herkesin yaşama hakkı” (Mad. 2), kimsenin “işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işleme tabi tutulamaması” (Mad. 3), “kölelik ve kulluk yasağı” (Mad. 4) ve “ceza yasalarının geçmişe yürümezliği ilkesi”dir (Mad. 7). Bu belirtilen ilke ve yasaklar, sapma yetkisinin sınırlarını oluşturup hak ve özgürlüklerin dokunulamaz alanlarına ilişkin olduğundan -tıpkı Anayasa madde 15/II’de olduğu gibi- insan haklarının “sert çekirdeği” olarak da nitelendirilir.  Sayı olarak sınırlı tutulmuş olmakla birlikte bu ilkelerin değeri, her zaman, her yerde ve herkes için geçerli olmalarından ileri gelir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku 1, 7.bs., İmge, 2013, s.97-112).

VII. OHAL 2016

Başarısız darbe girişiminin ardından ülke genelinde yürürlüğe konulan Olağanüstü hal (Any.md.120) için yukarıda sıralanan kriterlerin hepsi geçerli. Dikkat edilmesi gereken hususlar:
1. OHAL Zamanı:  20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’in gerekçesini oluşturan “yaygın şiddet hareketleri ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması” nedenleri, 20 Temmuz 2015 Suruç katliamı ile ortaya çıkmıştı. Bu tarihten sonraki saldırılarda kaç yüz kişinin hayatını kaybettiği, kaç bin kişinin yaralandığı meçhul. Ne var ki, Hükümet, bu anayasal mekanizmayı, askeri darbe girişiminin bastırılmasından sonra işletti. Hatta, -diğer nedenleri tartışma  gereğini saklı tutmak kaydıyla- şu bile öne sürülebilir: Eğer, anayasal nedenler çerçevesinde OHAL  ilan edilmiş olsaydı; belki de zincirleme  saldırıların ve darbe girişiminin önüne geçilebilecekti…
2. OHAL  İşleminin hukuki niteliği:  OHAL, Milli Güvenlik Kurulu’nun da görüşü alındıktan sonra, Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilen kolektif bir işlem ve iradenin ürünüdür. Ne var ki, CB’nin, “size bir sürprizim var” şeklindeki açıklaması, bu işlemin niteliği ile bağdaşmamaktadır. Buna dikkat çekilmesi,  uygulamaya ilişkin sorunların izlenmesi ve denetimi bakımından önem taşımaktadır. Nitekim, uygulamanın ilk gününde, Hükümet tarafı, 3 aylık sürenin yarısı ile yetinilebileceğini söylerken; CB, tam tersine, bu sürenin iki katına çıkabileceğini beyan etti. Oysa,  görev+yetki+sorumluluk üçlüsünde öne çıkan organ, -CB değil- Bakanlar Kuruludur.
3. OHAL’in Anayasal çerçevesi: OHAL, Anayasa’da öngörülen iki ana olağanüstü yönetim usulünden birincisi, askeri olmayanı ve en ılımlı olanıdır. İkinci kategori ise, “sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali”dir. Bu kategori, olağanüstü hal nedenlerine göre daha vahim nedenler sözkonusu olduğunda uygulamaya konur. Bu nedenle, olağanüstü hal rejiminde, md.15’te öngörülen hak ve özgürlük sınırlamaları  en ılımlı biçimde (durumun gerektirdiği) yapılmalıdır. Kısacası, şu anlayış hakim kılınmalı: Türkiye savaş  veya seferberlik halinde değil, sıkıyönetim de yürürlükte değil; sadece olağanüstü hal geçerli. Bunun hak ve özgürlükler açısından anlamı şu: zorunluluk varsa sınırlama yapılmalı ve en azı ile yetinmeli.
4. Kanun hükmünde kararnameler:  Anayasa’ya göre; “Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir.” Hemen belirtelim ki,  hak ve özgürlükler, ilke olarak OHAL KHK’lar ile düzenlenemez; çünkü, bu konular, aynı maddeye göre, Olağanüstü Hal Kanunu  ile düzenlenir: “Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, … Olağanüstü  Hal Kanununda düzenlenir.”
5. Askıya alma yok: Ancak olağanüstü hal ilanının uluslararası hukukta sonuç doğurabilmesi için ilan edilmesi yeterli değil, bunun resmi olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine de bildirilmesi gerekiyor: “Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirir.” (AİHS, m.15/3).
Bu nedenle, Başbakan yardımcısının yaptığı açıklama doğrultusunda gazetelere yansıyan “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin askıya alındığ”ına dair bilgiler resmi durumu yansıtmamaktadır.
Nitekim, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğinin yaptığı açıklamada da, Türkiye’nin geçici bir süreyle sözleşmenin bir kısmında sapma yapma niyetini bildirdiği yönünde açıklama yaptı.
 Sözleşme sistemi yürürlükte olduğundan, Avrupa Mahkemesi denetimi de devam edecektir. Bilindiği gibi Türkiye’ye yönelik en ağır ihlal kararları, 1990lı yıllarda Güneydoğu’da Olağanüstü Hal uygulanırken gerçekleşen ihlallere ilişkindir.
2016 OHAL’i  uygulamasında 1990’lı yıllara göre fark, bireysel başvuru nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin de devrede oluşudur.
6. Anayasa Mahkemesi (AYM)  Denetimi:  Anayasa Mahkemesi’nin denetimi iki düzlemde gündeme gelir, OHAL KHK’sı üzerinde ve bireysel başvuru üzerine.
Anayasa md.148’e göre, OHAL KHK’sına karşı  Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkenmesi’ne dava açılamaz. Bununla birlikte, AYM, OHAL KHK yetkisinin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle dolaylı bir denetim yolunu açtı. AYM, 9.5.1990 günlü Kararname’nin,” Olağanüstü Hal KHK kuralları niteliğinde olmadıkları”nı saptadığı maddelerini Anayasa’ya aykırılık yönünden iptal etmiş; “Olağanüstü Hal Khk niteliğinde gördüğü” maddelerini –anayasaya aykırı olsalar da- yetkisizlik nedeniyle iptalden kaçınmıştır ( bkz.AYMKD-27, s.92-109).
2016 OHAL KHK’sı üzerinde AYM’nin denetim yolu dolaylı olarak da olsa açılmış bulunuyor. İki açıdan:  bireysel başvuru yolu ve bunun üzerinde Avrupa Denetimi bakımından.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu açıldığından; AYM, OHAL KHK’sının Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla muhtemel bir başvuruda, KHK uygulamasından doğan hak ihlallerine karşı kendisine yapılabilebilecek başvuruları göz önüne alarak, çok dikkatli ve duyarlı davranmak durumundadır. Hatta, 1990’a göre, “denetim  yasağı” sınırlarını belirleme konusunda daha rahat hareket edebilecektir.
AYM  kararlarının  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uygun olması  gereği, Anayasa Mahkemesi yargıçlarını, hem daha özenli hem de daha cesur davranmaya yönlendirmelidir.
7. Danıştay denetimi: Olağanüstü hal döneminde idare makamları işlemlerinde çok dikkatli davranmalıdır. Danıştay, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununa göre görevine son verilen kamu görevlilerine ilişkin içtihadı birleştirme kararında,  OHAL uygulamalarında hukuka uygunluk denetimi açısından yaratıcı bir yorumla olağanüstü hallerin tabi olduğu  ölçütleri kullanmıştır: ölçülülük ilkesi, hukuk rejimi ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler (Danıştay İBK, E.1988/6, K.1989/4).
Danıştay denetimine, 2016 OHAL uygulamasında Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi denetimleri eklenmiş bulunuyor. Bu nedenle, olağanüstü hal makamlarının kamu görevlilerine ilişkin işlemleri, yargısal denetim süreci ışığında yapılmalıdır.
8. TBMM Denetimi:  OHAL KHK, “Resmi Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye  Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir” (md.120/son). “Aynı gün” Meclise sunulduğuna göre, “onaylama işlemi”  makul  bir sürede gerçekleştirilmeli; geçmişte olduğu gibi yıllara yayılmamalı.  Hızlı denetim, iki açıdan önemli:
- Kanunlaşması anından itibaren AYM denetim yolunu açmak için,
- OHAL uygulaması üzerinde TBMM’nin denetim yapabilmesi için.
Bu amaçla, TBMM gündeminde bulunan İçtüzük değişikliği, bu açıdan da gerekli düzenlemeleri içermelidir.
9. Kamuoyu:  Yurttaşların,  OHAL yönetimine ilişkin düzenlemeleri ve uygulamaları yakından izlemeleri ölçüsünde, OHAL adına karar alan ve uygulamaya koyan yöneticileri ve görevlileri uyarma ve denetleme olanağına sahip olurlar. Buradaki başlıca ölçüt, OHAL’in ilan edilme nedeninin sürekli gözönünde bulundurulması olmalıdır. Kuşkusuz bu konuda ilk görev medyaya düşmektedir; ancak, sivil toplum örgütleri bu konularda ortak tavırlar geliştirebildikleri ölçüde medyayı da etkileyebilirler. (İK/BA)


Ibrahim Kaboğlu

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ( Prof. Dr.). Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı kurucu üyesi, Anayasa Hukuku Araştırmalar Derneği Kurucu Başkanı, Karşılaştırmalı Çevre Hukuku Uluslararası Merkezi Başkan Yardımcısı (Limoges), nstitut de Droit de l’Expression et de l’Inspiration Française üyesi, İnsan Hakları Dünya Forumu Bilim Konseyi Üyesi.