27 Mart 2019 Çarşamba

Anayasa nedir? Anayasacılık nedir?



Türkçede “anayasa” olarak kullandığımız sözcük kavramsal kökenini Latince “kurmak” ya da “kuruluş” anlamına gelen sözcüklerde bulur (“constituo” ve “constitutio”). Bununla birlikte dünyada ilk kez ve yazılı tek bir metinde modern devletin erklerinin (yasama-yürütme-yargı) düzenlenmesi ve insan haklarının devlete karşı korunması anlayışına karşılık gelen “anayasa”lar 18. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Öncü anayasal metinlerden olan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789), “insan haklarının güvence altına alınmadığı ve erkler ayrılığının sağlanmadığı düzenlerde anayasa yoktur” derken, “anayasa”ya özgül bir anlam yüklemektedir: “Siyasal iktidarın sınırlanması”. Tam da bu yaklaşım sıklıkla kullanılan bir ayrımı ortaya çıkardı: Anayasalı devlet ile anayasal devlet. Her devletin bir anayasası olabilir. Ancak yazılı tek bir metinden oluşan ya da siyasal uygulama ve yapılageliş kurallarına dayalı teamüli bir anayasaya sahip olmak, “anayasal devlet” olmak anlamına gelmemektedir. Anayasallık, devlete, ancak iktidarı sınırlandığı zaman yüklenen bir sıfattır.



Anayasalılık-anayasallık ayrımının kökleri, 18. yüzyıl ve sonrası anayasacılık hareketlerinde gizlidir. Burjuvazi ve monarşi arasındaki gerilimlerin ürünü olarak gelişen anayasacılık hareketleri, liberal bir anlayışı barındıran sınırlı siyasal iktidarın anayasa anlayışını geliştirdi. Bu anayasalarda, bir yandan insan haklarına ilişkin güvenceler içeren hak bildirgeleri yer aldı. Diğer yandan da erklerin sadece düzenlenmesi değil, dengelenmesi ve frenlenmesine ilişkin araçlar ve tekniklere yer verildi. Böylece “sınırlı siyasal iktidarın” hukuk eliyle fiilen nasıl sağlanabileceği “anayasa”da somutlaşmaktadır. Tam da bu bağlamda liberal “anayasacılık”, siyasal iktidarı hak ve özgürlüklerin etkili korunmasına ve denge-fren mekanizmalarına bağlı tutarak düzenleyen akımın adı olmuştur.

Liberalizmin siyasal iktidarın sınırlanmasına ilişkin anayasa yaklaşımı, anayasanın bireylerin özgür istencine dayanması (“halk”/”ulus”) anlayışı ile de birleşmiştir. Bu durum, anayasa yapıcılığında “demokratik kurucu iktidar”ın rolünü öne çıkaran siyasal ve kuramsal tartışmaları beraberinde getirmiştir. Anayasa, pekişmiş demokrasilerde halen içerik ve süreç bakımından çoğunlukla liberal ve demokratik anlamları yönünden tartışılmaktadır.

Anayasanın liberal-demokratik bir içerikle; anayasacılığın ise siyasal iktidarın sınırlanması olarak tanımlanması, iktidarı sınırlamayan belgeler olan “devlet düzenlemeleri” ile “anayasa” arasında ayrım yapılmasına, hatta sınırlı siyasal iktidarı sağlayanlar için “anayasal anayasa” gibi bir terimin kullanılmasına yol açmıştır. Günümüzde kâğıt üzerinde siyasal iktidarı sınırlıyormuş gözüken ancak uygulamada gücün sınırsız ve yozlaşmış biçimde kullanıldığı “sahte anayasalar” da mevcuttur. Bu betimleme, ilkin 1936 Stalin Anayasası için yapılmıştı. Ancak “sahte anayasa” kavramı, özellikle insan haklarına ilişkin güvenceleri ikinci Dünya Savaşı sonrası gelişen uluslararası insan hakları belgeleri ve pekişmiş demokrasilerin anayasalarından kopyalayan fakat bunları samimi biçimde uygulamayan modeller için de sıklıkla kullanılmaktadır. Bu kavrama koşut biçimde “istismarcı anayasacılık” denen yaklaşım, anayasaları görünüşte hukuksal kalıplara uygun ancak güç pekişmesiyle sonuçlanacak biçimde kullanmaktadır. Sahte anayasalar ve istismarcı anayasacılık, gizli otoriterizmin araç ve yöntemleri olarak küresel ölçekte özel bir araştırma alanına dönüşmektedir.

18. yüzyıl sonrası beliren ve ilk örneklerini ABD ve Fransa’da gördüğümüz anayasacılık, devrimci bir niteliğe sahipti. Anayasacılık hareketlerinin sonuç belgeleri olan yazılı tek bir metinden oluşan anayasalar siyasal iktidarın düzenlemesi sorununu siyasetin gündelik, geleneksel ya da esnek kalıplarına bırakan eğilimin karşı eğilimiydiler. Bu yaklaşımın ardında, güç yoğunlaşmasını ve birey özgürlüklerinin zedelenmesini engelleyecek akılcı çözümlerin öngörülebilir ve üstün nitelikli tek metinde (“anayasa”) toplanması yatar. Görece kısa olan ABD Anayasası için bu durum öncelikle geçerlidir. 1787 ABD Anayasası’nın ilk kabul edilen metninde, 1791 yılına kadar bir temel hak kataloğu yoktu. Fakat devlet erklerine ilişkin hükümler bakımından ABD Anayasası kısalığına rağmen ayrıntılıdır ve somut sorunlara yanıt veren özel hükümler içermektedir (örneğin, başkanlık seçiminde berabere kalınması halinde ne olacağı konusundaki düzenleme). ABD Anayasasındaki hükümlerin tartışmasız olmadığı da söylenemez. Bu durum, kısa anayasaların daha anlaşılır ve açık oldukları yönündeki yüzeysel tespit ve yanlış algının hatalı olduğunu göstermektedir. ABD Anayasası başta olmak üzere liberal anayasacılığın en önemli ayrıştırıcı unsuru, kuşkusuz anayasayı salt bir toplum sözleşmesi, bir siyasal uzlaşma metni değil, diğer hukuk metinleri ve siyasal oyunun aktörlerinin keyfiliğine üstün gelen bir belge olarak görmesidir. Bu bakımdan liberal anayasacılık zaman zaman gündelik siyasete sınır çizerek, demokratik kuramla da çelişebilir. Bu sınırın, liberal anayasal değerler temelinde çizilebildiği ve siyasal elitlerin buna saygı duyduğu demokrasiler, “anayasal demokrasi”lerdir.

Thomas Paine, 1791 yılında Fransız ve Amerikan devrimlerinin coşkusuyla “İngiltere’de anayasa yoktur” derken, parlamentonun üstünlüğüne dayalı, dolayısıyla siyasal karar mekanizmasının hukuksal araçlarla sınırlanmadığı, sadece siyasal denge, sınır ve pazarlıklara tâbi olduğu “İngiliz anayasa sistemi”ni şiddetle eleştiriyordu. Anayasayı tek bir metinde toplanmamış ancak yasalar, yorumlar, pratikler ve geleneklerden oluşan genel bir sistem olarak gören İngiliz yaklaşımı kendine özgü ve nadir bir örnektir. Sınırlı siyasal iktidara dayalı anayasacılık anlayışını tek bir temel metinde değil, çok çeşitli ve dağınık bir ilke ve kurallar kümesinde gören atipik bir yapıya sahiptir. Bu yapı, baskın olarak tarihsel ve güncel yazılı hukuksal metinleri, yapılageliş kurallarını ve uygulamaları içerir. Tarihsel süreç içinde Paine’in de eleştirdiği gibi İngiltere’de anayasacılık parlamento karşısında zaman zaman gerilemiştir. Ancak İngiliz anayasa sistemi, evrimsel olarak parlamentonun üstünlüğü ilkesinin sarsıldığı bir süreçte ilerlemektedir. Günümüz İngiliz modelinde hem siyasal araçlarla (siyasal denetim ve müzakere) parlamentonun sınırlanması hem de özellikle insan haklarına ilişkin anayasal nitelikli temel tercihlerin yargısal yorumu nedeniyle yine parlamentonun uyarlamalar yapması gerekmektedir. İngiltere’nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nden kaynaklanan yükümlülükleri ve Avrupa Birliği hukukunun uygulanması bakımından bu durum özellikle belirgindir. Bununla birlikte İngiltere halen “siyasete dayalı anayasacılık” modelidir. Siyasete dayalı anayasacılık modelinde, mevcut siyasal çoğunluk (hükümet) ile anayasa arasındaki ayrışma, parlamentonun üstünlüğü ilkesi nedeniyle pek çok durumda güçlükle yapılabilir. Bu yaklaşım, “hukuka dayalı anayasacılık” diyebileceğimiz ve içine ABD, Türkiye dahil Kıta Avrupası’nın çoğunluğu, Latin Amerika ve bazı Asya demokrasilerini içine alan anayasallaşmadan ayrışır. Hukuka dayalı anayasacılık, “anayasanın üstünlüğü”ne dayanır. Bunu da siyasal müzakere araçlarının yanında, yargının anayasal değerleri korumaya yönelik tutumuyla ve siyasal iktidar karşısında yargının çatışma çözücü rolüyle pekiştirir. Ancak her iki modelin temel tartışmaları birbirine önemli ölçüde benzemekte ve yakınlaşmaktadır.

Türkiye'nin Anayasa Gündemi, İbrahim Kaboğlu (der.), İletişim Yayınları, 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder