25 Kasım 2015 Çarşamba

İnsan Haklarının Kısa Tarihçesi

Dilara Kahyaoğlu 1998



İNSAN HAKLARI

Bireylerin salt insan olmaktan dolayı kazandıkları haklardır. Bu haklar sadece fizyolojik haklar değildir, aynı zamanda bilinç ile de  ilgilidir. Doğa gereği sahip olduğumuz ayrıcalıklar kendi başlarına hak olamazlar.  Hak olarak kabul edilmesi için hukuki bir statü kazanması gerekir. Yazılmamış (kayıt edilmemiş) her şey hukukun  güzünden kaçabilir ve dikkate alınmaz, hak olarak değerlendirilmez.

İNSAN HAKLARININ ETİK TEMELLERİ

İLKÇAĞ
Etik; İnsanlar arasındaki ilişkilerin  temelinde yer alan değerleri, ahlaki bakımdan iyi ya da  kötü, doğru ya da yanlış olanın niteliğini ve temellerini araştıran felsefe dalı. Etik "ahlak felsefesi" ile eş anlamlı sayılır. Etik ile uygarlık tarihi arasında  yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle  etiğin tarihi ile insan ilişkilerinin tarihi arasında koşutluk (paralellik) vardır. İnsan haklarının tarihsel ve felsefi kökenine inmek için etik yani "ahlak felsefesi" alanında  ortaya çıkan düşünürleri ve düşünceleri irdelemek (incelemek, tetkik etmek) gerekiyor. Etiğin çağlar boyu yanıt aradığı sorular, “nasıl  yaşamalıyız, mutluluğu mu,  bilgiyi mi, erdemi mi, yoksa güzelliği mi amaçlamalıyız, iyi bir amaca ulaşmak için kötü bir yol izlenebilir mi gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz nedir, önemli olan kendi mutluluğumuz mu  yoksa herkesin mutluluğu mudur ?".
Çağlar boyu bu sorulara verilen  yanıtlar çağdaş düşünce sisteminin  ana noktalarını  oluşturmuştur.

Örneğin  sofistler,  Eski Yunan toplumunda alışılmış değerlerin   ve yaşam   biçimlerinin mutlaklığının tartışıldığı  bir dönemde ortaya çıktılar. Kanunları ikiye ayırırlardı. “İnsanların koyduğu kanunlar, doğanın kanunları". Onlara  göre "İnsanların koyduğu kanunlar  her  zaman   değişir, asıl uyulması gerekli olan kanunlar doğa kanunlarıdır. Doğa kanunlarına göre herkes eşittir, ayrılıklar insanların koyduğu kanunlar yüzünden çıkmaktadır. Yunanlılar kendi aralarında eşittir,  barbarlar da Yunanlılarla eşittirler. Doğal Hukuk Pozitif hukuktan  üstündür".
Bu anlayışları çerçevesinde yasalarla, geleneklerle savaşmışlardır.

Stoacılar  ise “İnsan doğaya uygun davranmalıdır, doğaya uygun davranmak usa (akla) uygun davranmak demektir, dolayısıyla insanın kendi kendisiyle uygunluğu demektir”, “erdem doğaya yani akla uygunluktur, (doğa, akıl demektir) bu uyum doğanın kanununa boyun eğmekle olur” diyorlardı.
İlkçağda böyle başlayan doğal hukuk anlayışı gelişerek devam etmiştir.

Romalılar da  “Doğal hukuk” sistemine yer verdiler. Anlayışlarına göre yasalar sadece Romalı yurttaşlar için değil tüm insanlar için geçerliydi. Yasalar devletin değil, doğanın kuralları olarak kabul edilirdi. Yalnız burada haklar değil ödevler söz konusudur (Yani; insanın hakları değil, devlete karşı yapmakla yükümlü olunan ödevler söz  konusudur). Bu hukukta kölelik ve serflik meşru sayılmıştır.

AYDINLANMA ÇAĞI /18. yüzyıl
Doğal insan haklarından, toplumsal bir gereksinim ve gerçeklik olarak söz edilmesi için toplumun temel inanç sisteminde ve uygulamalarında bazı değişmeler olması  gerekiyordu.


Dinsel hoşgörüsüzlük; ........................ ….dini hoşgörü ile
Siyasal ve ekonomik bağımlılık...............mülkiyet hakkı  ile yer değiştirdi
Mülkiyet hakkının savunulması............. özgürlük ve eşitlik kavramlarının gelişmesinde etkili oldu.

Böylelikle bugünkü anlamda insan haklarının temeli atıldı, ödev anlayışından hak anlayışına ulaşıldı.

Sofistler:  MÖ 5.yüzyılda bilgelik ve güzel söz söyleme sanatını öğreten Yunanlı filozoflar.
Stoacılar:  MÖ 4. yüzyılda Helen Kültürü içinde ortaya çıkmış felsefe okulu.

Hakların gelişmesinde John Locke, Voltaire, Montesquieu ve Jean Jaques Rousseau’nun önemli katkıları oldu. Locke “Bazı haklar, bireylerin yalnızca insan olmasından kaynaklanır, çünkü bu hakları bireyler, toplum sözleşmesi ile sivil topluma geçmeden önce doğal olarak yaşadılar, bu haklara sahiptiler, insanlar toplum içinde yaşamaya başladıktan sonra  ( ki bu hakların en önemlileri özgürlük ve mülkiyet hakkıdır) bu hakların kendisini değil, sadece korunmasını devlete devretmiştir. Devletin bu koruma görevini yerine getirmemesi durumunda ise insanların “devrim hakkı doğar” diyordu.

Bu gelişmeler karşısında bazı çevreler  “doğal hukuk” anlayışına karşı  çıktılar. Bu karşı çıkışlar 18. ve 19. yüzyılda  yaygınlaştı. “Bu haklar gerçek dışıdır, metafizik olgulardır” diyenler olduğu gibi ,  “ haklar tek tek bireylere ait değildir topluma aittir” şeklindeki görüşler de ileri sürenler olmuştur.

Zamanla  “doğal hukuk “ kavramı geçerliliğini yitirdi  ve insan hakları kavramı ortaya çıktı.


DOĞAL HUKUKTAN İNSAN HAKLARI ANLAYIŞINA GEÇİŞ
                                  (19. ve 20. yy)
Bugünkü noktaya şu tarihsel dönemlerden geçilerek varılabilmiştir.

I- Birinci Kuşak İnsan Hakları (Klasik haklar) ; İngiliz, Amerikan ve Fransız  devrimleri klasik hak ve özgürlüklerin doğmasına yol açtı. Daha çok bireysel nitelikli olan bu haklar;
-Yasal eşitlik
-Kişi güvenliği
-Bireysel özgürlük
-Düşünce ve inanç özgürlüğü
-Siyasal haklar
-Mülkiyet hakkı,  idi.

Kapitalizmin yükselen dönemine denk düşen ve burjuvazinin isteklerini dile getiren bu birinci  kuşak insan hakları karşısında devletin görevi genellikle karışmama ya da seyirci kalma borcuyla sınırlanmıştı. Çağın egemen ideolojisi olan bireycilik ve liberalizm devletin rolünün en küçük düzeyde kalmasını öngörüyor ve devletin insan haklarının korunması için pasif  tutum takınmasını, bekçilik yapmasını yeterli buluyordu.
Oysa toplumsal ve ekonomik güçten yoksun geniş halk kitleleri için bu soyut  özgürlük ve insan hakları yaklaşımı büyük bir anlam taşımıyordu. Çünkü bu haklardan ekonomik  ve sosyal durumları gereği yararlanamıyorlardı.


II-İkinci kuşak İnsan Hakları (Sosyal haklar), 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan, ekonomik ve sosyal haklar isteyen kitle hareketleri,  ile yeni bir senteze ulaşıldı. İnsan hakları listesi genişledi, devletin tutumu değişti. Sosyal haklar ve sosyal devlet olgusu ortaya çıktı.

SOSYAL HAKLAR (İkinci kuşak insan hakları)
-Çalışma hakkı
-Adil ücret hakkı
-Sosyal güvenlik hakkı
-Sendika hakkı
-Grev hakkı
-Sağlık hakkı
-Eğitim hakkı
Artık devletin etkin rol oynaması bekleniyordu, özellikle çalışan sınıfın  ekonomik, sosyal ve kültürel yönden desteklenmesi, devletin müdahalesi (karışması)  bekleniyordu.

İdeoloji:  Siyasal ve toplumsal bir öğreti oluşturan, politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, estetik, moral düşünceler bütünü.
Liberalizm: Ekonomik açıdan; Devletin ekonomik  ilişkilere karışmamasını isteyen öğreti. Felsefi açıdan; Herkes için vicdan, din ve düşünce özgürlüğünü savunan dünya görüşü.
Kapitalizm: Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan, kâr amacı güden üretim düzeni.

III.Üçüncü Kuşak İnsan Hakları (Dayanışma Hakları);  20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkan haklar bir ölçüde Üçüncü Dünya ülkelerinin isteklerini yansıtan  yeni bir halkayı oluşturdu. Bu tarihsel dönemde ezilen ve sömürülen halklar, sömüren devletlere karşı  mücadele başlatmıştı. “Bağımsız olmak, dünya nimetlerinden eşit ve hakça yararlanmak  hakkı” istiyorlardı. Bu mücadele zemininde ortaya çıkan anlayış İnsan Hakları  anlayışını  daha genişletti. Bunlar;

-Ulusların siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel geleceklerini belirleme hakkı
-Sosyal gelişim ve kalkınma hakkı
-Doğal kaynaklardan yararlanma hakkı
-Barış Hakkı
-Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı

Üçüncü aşamadaki haklarda kolektif nitelik ağır basar ve bu haklara
“dayanışma hakları” da denir.


İNSAN HAKLARININ RESMEN TANINMAYA BAŞLANMASI / İLK  BELGELER

Bu konudaki ilk en önemli belgeler
-1787 ABD Anayasası
-1789 Fransız insan ve yurttaş hakları bildirgesidir.
Bu  belgelerde “klasik haklar” denilen I. aşama haklar yer alır.

Klasik haklar ile birlikte II.dönem İnsan hakları  (SOSYAL HAKLAR)
II. Dünya Savaşından sonra bazı anayasalarda yer almaya başladı. Bunlar  öncelikle;
-1946 Fransız Anayasası
-1948 İtalyan Anayasası’dır.

Dayanışma Hakları dediğimiz III. aşama haklar ise Uluslararası çalışmalara konu olmuş ve evrensel düzenlemeler ile hayatımıza yerleşmiştir.

 Yazar adı belirtilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder