Dilara Kahyaoğlu 1998
İNSAN HAKLARI
Bireylerin salt insan
olmaktan dolayı kazandıkları haklardır. Bu haklar sadece fizyolojik haklar
değildir, aynı zamanda bilinç ile de
ilgilidir. Doğa gereği sahip olduğumuz ayrıcalıklar kendi başlarına hak
olamazlar. Hak olarak kabul edilmesi
için hukuki bir statü kazanması gerekir. Yazılmamış (kayıt edilmemiş) her şey
hukukun güzünden kaçabilir ve dikkate
alınmaz, hak olarak değerlendirilmez.
İNSAN HAKLARININ ETİK TEMELLERİ
İLKÇAĞ
Etik; İnsanlar
arasındaki ilişkilerin temelinde yer
alan değerleri, ahlaki bakımdan iyi ya da
kötü, doğru ya da yanlış olanın niteliğini ve temellerini araştıran
felsefe dalı. Etik "ahlak felsefesi" ile eş anlamlı sayılır. Etik ile
uygarlık tarihi arasında yakın bir
ilişki vardır. Bu nedenle etiğin tarihi
ile insan ilişkilerinin tarihi arasında koşutluk (paralellik) vardır. İnsan
haklarının tarihsel ve felsefi kökenine inmek için etik yani "ahlak
felsefesi" alanında ortaya çıkan
düşünürleri ve düşünceleri irdelemek (incelemek, tetkik etmek) gerekiyor.
Etiğin çağlar boyu yanıt aradığı sorular, “nasıl yaşamalıyız, mutluluğu mu, bilgiyi mi, erdemi mi, yoksa güzelliği mi
amaçlamalıyız, iyi bir amaca ulaşmak için kötü bir yol izlenebilir mi gelecek kuşaklara
karşı sorumluluğumuz nedir, önemli olan kendi mutluluğumuz mu yoksa herkesin mutluluğu mudur ?".
Çağlar boyu bu
sorulara verilen yanıtlar çağdaş düşünce
sisteminin ana noktalarını oluşturmuştur.
Örneğin sofistler,
Eski Yunan toplumunda alışılmış değerlerin ve yaşam
biçimlerinin mutlaklığının tartışıldığı
bir dönemde ortaya çıktılar. Kanunları ikiye ayırırlardı. “İnsanların
koyduğu kanunlar, doğanın kanunları". Onlara göre "İnsanların koyduğu kanunlar her
zaman değişir, asıl uyulması
gerekli olan kanunlar doğa kanunlarıdır. Doğa kanunlarına göre herkes eşittir,
ayrılıklar insanların koyduğu kanunlar yüzünden çıkmaktadır. Yunanlılar kendi
aralarında eşittir, barbarlar da
Yunanlılarla eşittirler. Doğal Hukuk Pozitif hukuktan üstündür".
Bu anlayışları
çerçevesinde yasalarla, geleneklerle savaşmışlardır.
Stoacılar ise “İnsan doğaya uygun davranmalıdır, doğaya uygun
davranmak usa (akla) uygun davranmak demektir, dolayısıyla insanın kendi
kendisiyle uygunluğu demektir”, “erdem doğaya yani akla uygunluktur, (doğa,
akıl demektir) bu uyum doğanın kanununa boyun eğmekle olur” diyorlardı.
İlkçağda böyle
başlayan doğal hukuk anlayışı gelişerek devam etmiştir.
Romalılar da “Doğal hukuk” sistemine yer
verdiler. Anlayışlarına göre yasalar sadece Romalı yurttaşlar için değil tüm
insanlar için geçerliydi. Yasalar devletin değil, doğanın kuralları olarak
kabul edilirdi. Yalnız burada haklar değil ödevler söz konusudur (Yani; insanın
hakları değil, devlete karşı yapmakla yükümlü olunan ödevler söz konusudur). Bu hukukta kölelik ve serflik
meşru sayılmıştır.
AYDINLANMA ÇAĞI /18. yüzyıl
Doğal insan
haklarından, toplumsal bir gereksinim ve gerçeklik olarak söz edilmesi için
toplumun temel inanç sisteminde ve uygulamalarında bazı değişmeler olması gerekiyordu.
Dinsel hoşgörüsüzlük; ........................ ….dini hoşgörü ile
Siyasal ve ekonomik bağımlılık...............mülkiyet hakkı ile yer değiştirdi
Mülkiyet hakkının savunulması............. özgürlük ve eşitlik
kavramlarının gelişmesinde etkili oldu.
Böylelikle bugünkü anlamda insan haklarının temeli atıldı, ödev
anlayışından hak anlayışına ulaşıldı.
Sofistler: MÖ 5.yüzyılda bilgelik ve güzel söz
söyleme sanatını öğreten Yunanlı filozoflar.
Stoacılar: MÖ 4. yüzyılda Helen Kültürü içinde
ortaya çıkmış felsefe okulu.
Hakların gelişmesinde
John Locke, Voltaire, Montesquieu ve Jean Jaques Rousseau’nun önemli katkıları
oldu. Locke “Bazı haklar, bireylerin yalnızca insan olmasından kaynaklanır,
çünkü bu hakları bireyler, toplum sözleşmesi ile sivil topluma geçmeden önce
doğal olarak yaşadılar, bu haklara sahiptiler, insanlar toplum içinde yaşamaya
başladıktan sonra ( ki bu hakların en
önemlileri özgürlük ve mülkiyet hakkıdır) bu hakların kendisini değil, sadece
korunmasını devlete devretmiştir. Devletin bu koruma görevini yerine
getirmemesi durumunda ise insanların “devrim hakkı doğar” diyordu.
Bu gelişmeler
karşısında bazı çevreler “doğal hukuk”
anlayışına karşı çıktılar. Bu karşı
çıkışlar 18. ve 19. yüzyılda
yaygınlaştı. “Bu haklar gerçek dışıdır, metafizik olgulardır” diyenler
olduğu gibi , “ haklar tek tek bireylere
ait değildir topluma aittir” şeklindeki görüşler de ileri sürenler olmuştur.
Zamanla “doğal hukuk “ kavramı geçerliliğini
yitirdi ve insan hakları kavramı ortaya
çıktı.
DOĞAL HUKUKTAN İNSAN HAKLARI ANLAYIŞINA GEÇİŞ
(19. ve 20.
yy)
Bugünkü noktaya şu
tarihsel dönemlerden geçilerek varılabilmiştir.
I- Birinci Kuşak İnsan Hakları (Klasik haklar) ; İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimleri klasik hak ve özgürlüklerin
doğmasına yol açtı. Daha çok bireysel nitelikli olan bu haklar;
-Yasal eşitlik
-Kişi güvenliği
-Bireysel özgürlük
-Düşünce ve inanç
özgürlüğü
-Siyasal haklar
-Mülkiyet hakkı, idi.
Kapitalizmin yükselen
dönemine denk düşen ve burjuvazinin isteklerini dile getiren bu birinci kuşak insan hakları karşısında devletin
görevi genellikle karışmama ya da seyirci kalma borcuyla sınırlanmıştı. Çağın
egemen ideolojisi olan bireycilik ve liberalizm devletin rolünün en küçük
düzeyde kalmasını öngörüyor ve devletin insan haklarının korunması için
pasif tutum takınmasını, bekçilik
yapmasını yeterli buluyordu.
Oysa toplumsal ve
ekonomik güçten yoksun geniş halk kitleleri için bu soyut özgürlük ve insan hakları yaklaşımı büyük bir
anlam taşımıyordu. Çünkü bu haklardan ekonomik
ve sosyal durumları gereği yararlanamıyorlardı.
II-İkinci kuşak İnsan Hakları (Sosyal haklar), 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan, ekonomik ve
sosyal haklar isteyen kitle hareketleri,
ile yeni bir senteze ulaşıldı. İnsan hakları listesi genişledi, devletin
tutumu değişti. Sosyal haklar ve sosyal devlet olgusu ortaya çıktı.
SOSYAL HAKLAR (İkinci
kuşak insan hakları)
-Çalışma hakkı
-Adil ücret hakkı
-Sosyal güvenlik hakkı
-Sendika hakkı
-Grev hakkı
-Sağlık hakkı
-Eğitim hakkı
Artık devletin etkin
rol oynaması bekleniyordu, özellikle çalışan sınıfın ekonomik, sosyal ve kültürel yönden
desteklenmesi, devletin müdahalesi (karışması)
bekleniyordu.
İdeoloji: Siyasal ve toplumsal bir öğreti
oluşturan, politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, estetik, moral
düşünceler bütünü.
Liberalizm: Ekonomik açıdan; Devletin ekonomik
ilişkilere karışmamasını isteyen öğreti. Felsefi açıdan; Herkes için
vicdan, din ve düşünce özgürlüğünü savunan dünya görüşü.
Kapitalizm: Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan, kâr amacı güden üretim
düzeni.
III.Üçüncü Kuşak İnsan Hakları (Dayanışma Hakları); 20. yüzyılın
ikinci yarısından sonra ortaya çıkan haklar bir ölçüde Üçüncü Dünya ülkelerinin
isteklerini yansıtan yeni bir halkayı oluşturdu.
Bu tarihsel dönemde ezilen ve sömürülen halklar, sömüren devletlere karşı mücadele başlatmıştı. “Bağımsız olmak, dünya
nimetlerinden eşit ve hakça yararlanmak
hakkı” istiyorlardı. Bu mücadele zemininde ortaya çıkan anlayış İnsan
Hakları anlayışını daha genişletti. Bunlar;
-Ulusların siyasal, ekonomik,
sosyal ve kültürel geleceklerini belirleme hakkı
-Sosyal gelişim ve
kalkınma hakkı
-Doğal kaynaklardan
yararlanma hakkı
-Barış Hakkı
-Sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkı
Üçüncü aşamadaki
haklarda kolektif nitelik ağır basar ve bu haklara
“dayanışma hakları” da
denir.
İNSAN HAKLARININ RESMEN TANINMAYA BAŞLANMASI / İLK BELGELER
Bu konudaki ilk en
önemli belgeler
-1787 ABD Anayasası
-1789 Fransız insan ve
yurttaş hakları bildirgesidir.
Bu belgelerde “klasik haklar” denilen I. aşama
haklar yer alır.
Klasik haklar ile
birlikte II.dönem İnsan hakları (SOSYAL
HAKLAR)
II. Dünya Savaşından
sonra bazı anayasalarda yer almaya başladı. Bunlar öncelikle;
-1946 Fransız
Anayasası
-1948 İtalyan
Anayasası’dır.
Dayanışma Hakları
dediğimiz III. aşama haklar ise Uluslararası çalışmalara konu olmuş ve evrensel
düzenlemeler ile hayatımıza yerleşmiştir.
Yazar adı belirtilmeden kullanılamaz, alıntılanamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder